Ali ve Zülfikar'ı Üzerine Notlar

İslami temel değerlerin, kişilerin  ve onların algılanış biçimi, o değerlere biçilen misyon ve eski kadim kültürlerin yeni İslami semboller üzerinden hayat buldurulması hem dinler tarihi açısından hem de İslam'ın bugününe, geçmişteki serüvenine dair sosyal, siyasal, teolojik bir teori oluşturabilmemiz açısından önem arz etmektedir.

İşte Zülfikar'da bir nebze olsun bu alanın konusudur. Zülfikar; şii-alevi kültürün Ali'ye giydirdiği ''ruhani kahraman'' libasının bir tezahürü. Zülfikar Ali öyle olduğu için değil, öyle olması gerektiği için biçilmiş, basit gibi görünse de altında eski kültürlerin, inançların özlemini barındıran bir kaftan, bir perde...

Zülfikar'ın hikayesine gelecek olursak;
Aslında hiçbir zaman var olmayan kılıçtır. Olmayan bir şeyi ''kılıç'' olarak tanımlamak mantıksız dursa da, sanıyorum başka bir tanım aracı yok. Olmamasının sebebine gelince; bilindiği gibi İslam'ın kültürel/dini, akidevi tüm olguları İslam'ın ortaya çıktığı arap yarım adasında değil; daha çok Peygamber'den 200-300 yıl sonra Arapların ''mevali'' dedikleri unsurlar tarafından inşa edilmiştir.

Mesela Kütüb-ü Sitte'nin tamamı; şii'lerin Kütüb-ü Erbaası vs. O dönemdeki fetihler, insanların eski din algıları, kadim kültürlerin İslam'ın boyunduruğu altına girmesi, dolayısıyla bir Arap hegemonyasının başlaması insanlara ve toplumlara ciddi travmalar yaşatmıştı.

Bunun sonucunda da insanlar eski dinlerini ya terk etmek zorunda kaldılar ya da eski gelenekleri yeni İslami kültür ile harmanladılar. Bu kısa açıklamayı yararlı görüyorum, çünkü arap olmayan ve muhtemelen İslam'ı ne siyasi ne de itikadi çerçevede sindirememiş unsurlar, İslam'ın figürleri üzerinden teolojiler geliştirme yolunu tutarak bir kimlik inşa ettiler. Yani kendilerine göre bir İslami kimlik.

Zülfikar'a gelince; Hazreti Ali'ye arap olmayan unsurlar tarafında giydirilmiş, aşırı denebilecek teveccühün tezahürlerinden biridir. O dönemdeki siyasi sosyal çalkantılara burada uzun uzadıya girmiyorum konumuzun sapmaması açısından, Hazreti Ali üzerinde yoğunlaşan; ''kutsal ve karizmatik lider kültü'' anlayışınca, tepeden tırnağa donatılan, hatta atı ile, kılıcı birlikte tesis edilmiş bir figür çıkıyor karşımıza. Yani bu figürü toplumlara empoze edebilmek adına mitoloji tarihleştirilmiş, tarih ise mitolojileştirilmiştir. ''Mevali'' unsurların ''Ali'' anlayışı gereğince, eski dönem inançları, gelenekleri, belki de Türklerdeki kahramanlık öykülerindeki gibi  -tüm topluluklarda kahramanlık öyküleri, figürleri görülmekle birlikte-figürler Hazreti Ali üzerine bina edilmiştir.

Bu arap olmayan unsurların başında ise şüphesiz eski Sasani İmparatorluğu kalıntısı bugün ki İranlılar gelmektedir. Çünkü Hazreti Ömer döneminde ilk fetih olunan daha doğrusu büyük çapta, yani devletler düzeyinde fetih olunan ilk yer Sasani topraklarıdır, dolayısıyla bugün ki iİanlılardır. Bu coğrafyaya baktığımızda ise kadim bir kültürün, geleneksel birikimin izlerini yüzyıllar hatta binlerce yıl geçmesine rağmen silinmediğini görüyoruz. Özellikle Maniheizm.

Maniheizm ise; zerdüşt düalizmi, babilonya etkisi, budist ahlâk ilkeleri ve hristiyan unsurların karışımından oluşmaktadır. Bu bileşimde önde gelen anlayış iki ezelî ilkenin, iyi ve kötünün çatışmasıdır. Bu bakımdan Mani'nin yaydığı din ve Mani'nin ruhani, tarihsel kişiliği, Sasaniler nazarındaki karizması, bir bakıma Hazreti Ali üzerinde can bulmuş, adeta Mani, Hazreti Ali'de can buldurulmuştur. Bu konuda kesin kanıtlar olmamakla birlikte Maniheizmdeki hulul nazariyesine ittibaen, o dönemde insanlar Mani'nin Hazreti Ali'de vücut bulduğunu düşünmüş olabilir ki; bugün bile şia unsurların içinde ''döngüsel yaşam'' inancı mevcuttur. Peki Zülfikar bu hikayenin neresindedir?

Zülfikar ise, eski kadim kültürlerdeki ezoterik, sembolcü; literatürde semiyoloji yani göstergebilim olarak geçen unsurlarda her daim vardı. İyinin ve kötünün, karanlığın ya da nurun, ışığın mücadelesi her zaman bu semboller ile zihinlerde taze tutuluyordu ki, uzak doğu dinlerinde bu semiyolojik unsurlar bugün bile vardır. Hazreti Ali ise, karanlığa karşı ışığı, Zülfikar'ın iki ucu ise iyiliği ve kötülüğü; yani karanlık ve ışığı simgeliyor onların nazarında.

Gulat tabir edilen fırkalara bakıldığında, Hazreti Ali'ye yüklenen misyon ve Mani'nin bizzat kendisinin Hazreti Ali'ye yüklenişi gözlenecektir. Zaman içinde gulat fırkalar, kılıç zoruyla yok edilmiş olsa da, kültür denen havza bir şekilde, en boğucu noktalardan bile beslenip günümüze kadar gelmiş oluyor. Geleneklerin doğasında bu vardır, bastırılmış her bir öge, mutlak surette toplumlarda kendine yer edinir. İşte Mani'nin Hazreti Ali üzerindeki kimlik inşası, Hazreti Ali'ye kılıcı ve atı dahil tüm unsurları ile yüklenen misyonun bir tezahürü de Zülfikardır.

Bakın şu resim çin'deki eski bir mani tapınağına ait, neredeyse harabe; çatıya dikkat ederseniz bu semiyolojik unsur yani iyi ile kötünün mücadelesindeki sembolik unsur, yani hazreti ali, yani Zülfikar'ın ezoterik kökeni görülecektir;




En başta Maniheizmin uzak doğu orijinli bir yapı olduğunu söylemiştik ki, hem tarihsel hem de coğrafi açıdan bu gölge, yani Sasani toprakları hint-avrupa eksenindedir, diğerlerinde de aynı imgeleri görmek mümkün. yani Zülfikarın tapınaklardaki hali, işte diğer tapınaklar;







Bunlar bir kaç örneği; peki bu çatılardaki imgelerin kılıç ile yani savaş teknolojisi ile ne ilgisi var? Bilindiği gibi tapınaklar kutsal mabedler olmakla birlikte devletlerin asker ihtiyacını karşılamış yapılardır. Dini imgeler, savaş teknolojilerinde kullanıla gelmiştir.

İlk verdiğim resim olan Mani tapınağı üzerindeki Pir Sultan'ın değişi de manidardır. Orayı da açıklayacağız;
Maniciliğin birden fazla inancın karması olduğunu söylemiştik; bakın diğer tapınaklarda da ıstılahi olarak zihnimizde canlanmayan Zülfikar'ı köşelerde görmek mümkün. Çünkü uzak doğu dinlerinde sembollerin, nişanların ruhani önemi vardır, çatıların köşesindeki bu imgeler, dualizmi simgeler. Yani  Ali'nin Zülfikar'ındaki hak ile batılın savaşını.
Tabi bu dualizm İslami literatüre zahir ve batın biçiminde girmiştir; nitekim pir sultan abdal resimde de görüldüğü gibi,


''ikidir elinde kılıcın ucu
biri zahir biri batın kılıcı
anda güruh güruh kaçtı harici
dediler ya seyfi illa zülfikar''


dizeleri ile Mani'nin dualizmini, İslami algının zahir ve batınına celbetmiştir.

Daha ilginç olanı ise, Çince eski bir Manici metinden uyarlanarak yapılmış olan Storm Warriors adlı fantastik yapımdaki şeytanı yani kötüyü mağlup eden yine Zülfikar'ın kendisidir. Filmde garip olan Zülfikarı kullanan şahıs şeytanın gücünü öğrenmek zorunda kalıyor düşmanı yenmesi için  ancak  sonunda şeytana yenik düşüyor ama en yakın dostunun kılıç darbesiyle alnından vuruluyor . Alnından... Ali de başından vurulmuştu değil mi?  Bu da bize derinlerde  Hz Ali'nin olayını anlatıyor aslında. Filmi izlemenizi tavsiye ederim, oluşturulan Hazreti Ali kimliğine dair bir şeyler var.

Zülfikar dediğinizde akla Hz Ali geliyor , yüzük dediğinizde Ali akla geliyor , Zülfikar'ın  üzerindeki yüzük simgeseldir nitekim alevilerin şiilerin simgesel Ali algısı da Zülfikar ve  yüzüğü betimler Ali bahse konu olduğunda. . .  Bu bahsettiğim metin ise en az 5000 yıllık kadim bir eserdir.

İşin diğer garip olan yanı ise Hz.Ali'ye atfen söylenegelen bir söz vardır;

''Kur’ân Fatiha’da, Fatiha besmele’de, besmele “B” harfinde, B harfi de altındaki noktadadır. ‘işte  o ayırd edici nokta benim.''

Söylencesinin kökleri de karşımıza yavaş yavaş çıkıyor böylelikle.
Çinde ayakta kalabilmiş Manici bir dergah resmi ve Ali,“Ba’nın altındaki noktadır” ifadesine göre hilal şeklinde olan Arapça Ba “ ب ” harfi çatıya işlenmiş. Çatının hilal şeklindeki uçları Zülfikar uçları gibi çatallıdır.



Ba, Ali, Zülfikar üçü bir arada. İlginç değil mi?

Ve işin daha ilginç olan yanı ise Storm Warriors adlı yapımın wikipedia tanıtım yazısında tam olarak şöyle bir ifade geçiyor;

Not: Wikipedia linkini de ekliyorum, çeviriyi kelimesi kelimesine değil, işlenen ana temaya göre yaptığımdan dolayı ifade tam birbirini tutmayabilir. nitekim wikipedia'dan metnin tamamını okumanız mümkündür. alıntılanan kısın metnin küçük bir kısmıdır;


''At Lin Yi Temple, Cloud fights a disguised Nameless, who states that Cloud has massive potential, able to accurately learn his styles in a short period of time, and trains him, eventually creating a new sword style which Nameless names "Ba", inventing a new character partially resembling the characters "Cloud" and "Sword''... ''
 ifadesine rastlıyoruz, nitekim filmde de zalim kralı yenmek isteyen bulut ve rüzgar adlı iki savaşçı farklı kutsal tapınaklarda ileri dövüş teknikleri için ders alırlar, bulut; gizemli ve kutsal derinliği olan yeni kılıç tekniği geliştirir yani ''ba'' isimli bir teknik. 

İslami versiyonu ise Ali ve Zülfikar... ve Besmele ''ba'' sının altındaki nokta Ali... 
İşte Hz.Ali üzerine inşa edilen ''karizmatik ve  ruhani lider'' kültünün kökenleri böylelikle gözler önüne serilmiş oluyor.

Diğer mühim nokta ise filmde konu edilen iki kahraman Cloud ve Sword yani Bulut ve Kılıç, bir dualiteyi temsil eder, iki karşıtlığın karanlığa karşı olan savaşını. nitekim Zülfikar'ın iki ucu da iyi ve kötünün, İslami versiyonla hak ile batılı dualite eden iki unsurdur. Dualitenin temeli ise, başta da söylediğimiz gibi Maniheizm'dir. Çünkü  türkçesi fırtına savaşçıları olan bu yapım, Mani'ci bir destandan uyarlanarak hazırlanmıştır. 

Ayrıca Hz.Ali'nin;

Kur’an Fatiha’da, Fatiha Besmele’de, Besmele “b” harfinde, b harfi de altındaki noktadadır. İşte o nokta da benim.

mitolojik söylencesi de beraberinde belli noktalarda çelişki doğuruyor ki şundandır;
Oysa bu sözde tarihsel bir uyuşmazlık vardır.bilindiği arap alfabesi ilk başlarda noktasızdı ki halen daha araplar öyle kullanır. Be, te ve se aynı şekilde gösteriliyordu. Rivayetlere göre; arap alfabesine noktalama Muaviye devrinde Basra valisi Ziyad bin Ebih tarafından resmi bir emirle Ebu Esved Ed-Düeli’ye haber gönderilerek Kur’ân-ı Kerimin okunmasının kolaylaştırılmasını ve bunun için ne yapılması gerekiyorsa yapılmasını istenilmişti. Bunun üzerine Ebu Esved bu konuda bilginlerle de görüşerek Kur’ân-ı Kerimde bulunan arap harflerini birbirinden ayırmak için işaretler koymak için çalışmalara başlamıştır ki bu rivayette de sıkıntılar vardır nitekim hepimizin bildiği ''Kur'an Mekke'de indi, mısır'da yazıldı, Sstanbul'da okundu'' söylemi bir gerçeği ortaya çıkarıyor ki, şii buveyhiler döneminde eski aramice yazım kuralları, arapça ile aramicenin aynı dil ailesine mensup olmasından dolayı, Kur'an'a da uygulanmıştı. yani arapça bilmeyen ya da ibrani dillere hakim olan halklar tarafından Kur'an'ın anlaşılabilmesi uygulanmış noktalama işaretleriydi. Asıl konumuza gelelim, 

Bu sözün Hz. Aliye aidiyetine şüphe düşüren husus ise be'nin altında nokta olmadığı bir zamanda Hz. Ali'nin bundan bahsetmesi, kendisinin be'nin ya da manihesit mitolojideki ba'nın altındaki nokta olması ciddi bir çelişkidir ve zülfikar hikayesi başta olmak üzere Hz.Ali'nin be'nin altındaki nokta olması hikayesinin mitolojik bir düzmece olduğunun kanıtıdır. 

  Ve filmden bazı kareler, yani Zülfikar'ın kendisi ve daha da ilginci asılı olan yüzük... yüzüğü de alevilikteki kırklar cemi hikayesinden tanıyoruz. Ayrıca yazının genelini ''zorlama tevil'' olarak görmemenizi rica ediyorum, film deyip geçmeyin çünkü bir kültürün yansıması inceleniyor, tüm unsurları ile özellikle dini unsurları ile. İşte Zülfikar;









Bence bunlar bir şeyler ifade ediyor ki zaten Hazreti Ali'ye yüklenen misyon, tarihsel süreç ve akaid ele alındığında bu durumu yeterince ortaya seriyor.

La feta illa ali la seyfe illa zülfikar tipi sloganlar ise mitolojileştirilmiş tarihin ürünleridirler. Peygamber'in bu kılıcı Ali'ye hediye etmesi, kılıcın büyük kahramanlık göstermesi, herkesin yukarıdaki sloganı söylemesi ya da Peygamber'in bunu söylediği... Tüm bunlar Mani'nin Hazreti Ali'deki can bulmuş halinin seremonisine eklenmiş şeyler. Nitekim Hazreti Ali üzerindeki kurgu başlı başına İslam içinde yeni bir akide doğurdu. Kaldı ki bu tip bir slogan ortaya çıkmasın.

İşin garip tarafı bu kılıcı ne gören ne de duyan var. Topkapı sarayındaki kutsal emanetler bölümünde bulunan çoğu Peygambere ait olan eşya, hatta Hazreti Fatıma'nın çeyizlikleri, Ali'nin kılıcı muhtasar olarak korunmuş iken bu kılıç ortalıkta yok. Rivayete göre Necef'te Hazreti Ali'nin vasiyeti üzerine denize atıldığı söylenir. Bu da mitolojinin bir parçası olsa gerek. Bence öyle. Çünkü kılıcın atıldığı yer Necef, Kufe gibi bölgeler yani eski Sasani dönemindeki adı ile Suristan Maniciliğin merkezi olan bir yer. Tesadüflere asla inanmam, hele ki konu teoloji ve mitoloji ise.

Ayrıca konuya tarihsel ve teknik olarak yaklaştığımızda da, Peygamber'in döneminde bu tip kılıçların arap yarım adasında kullanılmadığını hatta bilinmediğini görüyoruz, şöyle ki; genel olarak scimitar tipi kılıçlar süvari kılıcıdır ve menşei Güneybatı Asya'dır yani eski Pers ve Sasani topraklarının Orta Asya'ya sınır bölgesi olan Merv, Belh, Horasan gibi bölgelerdir. Daha erken çağlarda ise bu tip yassı kılıçlar Orta Asya medeniyetinde bulunmaktadır ve o medeniyetin ürünüdür. Yani araplarla herhangi bir alakası yoktur. Nitekim Orta Asya'lı göçebe turani ırklar dışında kavisli kılıcı özgün hale getirenler Japonlardır. Bu tip kılıçların 9 ve 10. yüzyıllardan sonra İran içlerine kadar girmiş olması ise muhtemeldir ki daha öncesinde araplar ve persler'in düz uçlu kılıçlar kullandığı bilinen bir gerçektir. 12. yüzyıllarda arap yarım adasında yaygın hale gelmeye başlayan kavisli kılıç tipleri daha sonrasında bir Türk devleti olan Memlükler'le birlikte Mısır'da da kullanılır hale gelmiştir ve bu kültürel havza arap coğrafyasını o kadar etkilemiştir ki 1918-1962 yılları arasında Kuzey Yemen'de kurulan zeydi bir devlet olan Yemen Mutawakkilite krallığının bayrağında şu şekilde Zülfikar sembolü görülmektedir;



Hatta Zülfikar popülitesi yani Hz.Ali'ye atfedilen kahramanlık ve ruhani lider anlayışı Osmanlı'yı da etkilemiş, sancaklarında yer almıştır;





Dolayısıyla İslami versiyonu ile Zülfikar tipi olarak adlandırdığımız kavisli ya da çift başlı kılıç tiplerinin arap yarım adasının kültürü olması ihtimallerden oldukça uzaktır ki, Orta Asya Maniheizm kültürü İran yoluyla İslam'ın içine girmiş olduğundan, bu kültürel kaynaşmanın ürünüdür demek daha doğru olacaktır Zülfikar için. Maniheizm ise persler döneminde ortaya çıkmış olmakla birlikte Kuzey Afrika'dan Hindistan'a, Roma topraklarından Çin'in yani Orta Asya'nın iç bölgelerine kadar olan alanları etkilemiş bir dindir ki, Türk olan Uygurların mani'ci olmaları bilinen bir gerçektir. 

Diğer bir konu ki Zülfikar hikayesinin ne kadar mitolojik bir ürün olduğunun göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır; mesela Kral Arthur'un excalibur adlı kılıcı inanışa göre doğa üstü güçler gösteren, tıpkı zülfikar gibi kutsal bir objedir. Kral Arthur'u kötülüklerden korur vs. 

Ayrıca İslam öncesi mitolojilere baktığımızda ise bu tip mitolojik nesnelere fazlaca rastlıyoruz, mesela kelt mitolojisindeki caladbolg, caledfwlch, claiomh solais gibi doğa üstü işlevler gören birden fazla hatta onlarca kutsal karizmatik liderlere ait kılıçlar bulunmaktadır. 
Mesela hint mitolojisinde yer alan tanrı vişnu'nun kullandığı sudarshana chakra isimli disk olarak kullanılan silah, sümer tanrısı ninurta'nın kullandığı topuzu şerur, antik iran efsanesi amir arsalan'ın yenilmez kılıcı shamshir-e zomorrodnegar gibi silahlar, hatta binlerce mitolojik kültürde -başta da yunan ve pers mitolojisi olmak üzere- bu tip ruhani ve karizmatik liderlere atfedilen doğa üstü gücü olan savaş nesneleri her zaman vardır. 

Buna bağlı olarak İslam tarihinin en mitolojik karakteri, daha doğrusu üzerine mitolojiler kurgulanmış olan Hz.Ali'ye yüklenen mitolojik işlevlerin bir sonucu da Zülfikar adlı efsanevi ama hayal ürünü olan kılıçtır. 

Şiiler ise kılıcın şu anda gaybet aleminde bulunduğuna inandıkları 12. imam Muhammed El Mehdi'nin yanında olduğuna ve zuhur ettiğinde küfrü bununla parça parça edeceğine inanırlar. Sahib Ez-Zaman adıyla da bilinen mehdi 12 yaşında ve 1135 yıldır çöldedir. İlginç değil mi? Tam bir mitoloji ürünü.

Zülfikar öyle bir kılıç ki mitolojiye göre dünyada eşi benzeri yoktur. Bir savaşta Hz. Alinin kılıcı kırılınca Hz.Fatıma ya da Hz.Hatice Zülfünün telini Koparıp Hz. Aliye vermiş, (zülf iki telli oldugu için) Zülf Hz. Alinin elinden iki başlı kılıç olmuş, onun için o kılıca Zülfikar denmiş. Bir vuruşta sayısız kelle düşüren, bir uzayışta 70 arşın uzayan ve kelle getiren Zülfikar bir Muaviye oğlu Yezidin boynuna nasip olmamış?  Gayet manidar.

İşin ilginç yanı Zülfikar hikayesi Sünni İslam  algısı dahil bir çok tarikata, meşrebe hatta ve hatta ciddi ciddi akaid kitaplarındaki menkıbelerde de yer almıştır.Mesela Taberi eserinde Zülfikar konusuna değinmiştir.  Bunun sebebi ise yazımın başında belirttiğim gibi akidenin araplar değilde, mevali unsurlarca hazırlanmış olmasından kaynaklanması muhtemeldir.

Tabi ki kimileri için Zülfikar'ın var olup olmaması önem arz etmese de, Zülfikar'ın batıni etkisi tartışılmazdır. Nitekim bu batıni nazariye din içinde adeta din kurmuştur.
Din algımız ve tarihimiz öylesine büyük yalanlar ve mitolojiler üzerine kurulu ki; var olup olmaması akide açısından önem arz etmeyen bir hayali kılıcın bile hakikatı bilinmeli bence. Çünkü insanlar yalanlar içinde yüzüyor.
Daha sonraları ise Hazreti Ali, şia; alevilik ve türevi meşreplerin diğer dini algılardan olan beslenişi, kurgulanan teolojiyi inceleyeceğiz.
Kısaca zülfikar diye bir kılıç hiçbir zaman var olmamıştır.
Budur işte Zülfikar'ın hikayesi.

Saygılarımla...

       












                                                                                      





















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlkel Komünal Bir Hareket: Mazdek İsyanı

Babek El Hürremi ve Hürremiler Üzerine Notlar

Zenc İsyanı Üzerine Notlar