Kur'an'da Ehl-i Beyt ve Kapsamı Üzerine Notlar

Tarihten bu yana İslam aleminin en çok tartıştığı konulardan biri olarak karşımıza çıkan Ehl i Beyt söyleminin, Kur'ani, tarihsel, siyasal ve sosyal biçimlerini, biçimlendirişini tüm yönleri ile ele alacağız bu yazımızda.

Tartışacağımız konu gayet basit olmakla birlikte, kendi siyasi çıkarları uğruna nefsine uygun biçimde Kur'an'ı tevil eden ''mezhebi perspektiften'' bakacağız tablonun geneline ve asıl kavgaya;   yani ayetlerde anlatılan ehl i beytten kastın kim olduğu konusuna. Kur'an'ı anlayabilmek için indiği coğrafyaya müracaat etmeniz gerekmektedir, tabi buradan şu sonuç çıkmamaktadır; kur'an bedevi arap toplumuna inmiştir, dolayısıyla diğer halkları ve diğer zamanları ilgilendirmez... bu tip bir mantık yürütme biçimi hiçbir şekilde makul kabul edilemez.

Bunu yazmamdaki amaç Kur'an'ın hitap ettiği kesim, verdiği mesaj, eski sapkın denilebilecek adetler ışığında insanlara uyarıda bulunulması, uyarılan kesimlerin hem dil hem de algısal açıdan daha açık şekilde ortaya çıkması için siyere başvururuz. siyer bu noktada bizlere yardımcı olmaktadır. Öncelik Ehl i beyt kelimesinin İslam öncesi döneminde neye delalet ettiğini tartışalım, ardından bugün ki sorunlara kadar gelelim;

Arapça "beyt" kelimesi sözlükte barınak, sığınak, dinlenme ve konaklama yeri, saray veya şeref anlamlarına gelmekte olup çoğulu "buyut" veya "buyutat" şeklinde kullanılmaktadır. Ehlu'l-beyt/ehlu'l-buyutat, beytu'r-racul ve beytu'l-kavm olarak, kişinin hanımına, çoluk-çocuğuna, kabilenin şeref ve nesebini kendisinde toplayan yetkili ve nüfuzlu kişi/kişilere veya ailelere delalet etmektedir. Nitekim İslam öncesi arap toplumunda kabilecilik ve nesep üstünlüğü davası yaygındı. Kur'an'ın savaş açtığı, yerdiği en önemli cahiliye dönemi adetlerinden biri de kabilecilik, beytçilik diyebiliriz.

Daha sonraları ise kur'ân'ın, bazı kelimeleri ve kavramları arap dilindeki sözlük karşılığını esas alarak daha önce oluşmuş sosyal gerçekliklere delalet edecek şekilde, bazılarını tamamen yeni anlamlar yüklemek suretiyle yeni oluşmuş tarihi, siyasi ve sosyal olgulara tekabül edecek tarzda kullandığı İslam düşünce ekolleri tarafından kabul edilmiştir. Ancak hangi kelime ve kavramların nerede birinci, hangilerinin nerede ikinci şekilde kullanıldığı tartışmalıdır. Öyle ki Kur'ân'ın anlamını belirlediği bazı kavramların bile  bazı mezhepler tarafından tarihi ve sosyal olguya delaleti olmayan, tamamen kendi ideolojilerini ve yaşam tarzlarını yansıtacak şekilde yapay, subjektif, siyasal ve ideolojik kavramlar haline dönüştürüldüğü görülmektedir.

Dediğimiz gibi İslam gelmeden önce arap kültüründe her kabile kendisinin misafirperverlik, binicilik, savaşma tekniği, hilm, kahramanlık ve sayı bakımından daha faziletli ve şerefli olduğunu iddia ediyordu. Doğu'daki aşiretçi mantığın birebir aynısı yani. Yani Kur'an'ın Ehl i beyt çerçevesi bir ve ya birkaç kişi ile sınırlandırılacak bir anlayış ile izah edilemez. Çünkü bu hitap, insanların algılarını, alışkın oldukları sapkın şeylerden menetmiştir ancak var olan ve kullanılan kavramların niteliğini değiştirmemiştir.

Kur'an'ın Ehl i beyt nazarına bakacak olursak;

Özellikle şia ve gerekse diğer mezhepler bu kavrama kendi ideolojileri ve çıkarları uğruna Kur'ân’ın temel felsefesiyle uyuşmayan, tamamen cahiliye dönemine dönüşü çağrıştıran anlamlar yüklemişlerdir. Kur'an'ın genel bütünlüğü içerisinde ve bazı çerçeve temel kavramların ışığında, en azından Ehl-i beyt'in semantik alanının ne olduğunu, ne olmadığını ve hangi misyonların yüklenemeyeceğini ortaya koymakla işe başlamak daha faydalı olacaktır.

Bahsedildiği gibi Ehli beyt birden fazla anlam içeren arapça sözdür. birden fazla dedim; peki teknik olarak bu imkansız mı? Türkçeden örnek verelim o zaman;
Mesela ''yüz'' kelimesi  cümle içindeki kullanımı ve cümlenin verdiği mesaja göre yüz kelimesi kaç manayı ifade eder?

1- Sayı olarak,
2- Bir şeyi diğerinden ayırmak, yüzmek ayrıştırmak,
3- Uzuv, organ, ten.
4- Bilindiği şekli ile denizde çırpınmak.

Biliyorum Ehli beyt kelimesi ile yakından uzaktan alakası yok. Ancak amacım algılarınıza hitap etmek olduğu için, ehl i beyt kelimesinin arap toplumunda neyi çağrıştırdığını, ne şekilde verilen mesaja göre anlam ifade ettiğini türkçeden ''algısal'' bir örnekle açıklamak istedim.

Kur'an’ın anlamını belirlediği bazı kavramların bile, başta dediğimiz gibi bazı mezhepler tarafından tarihi ve sosyal olguya delaleti olmayan, tamamen kendi ideolojilerini ve yaşam tarzlarını yansıtacak şekilde yapay, subjektif, siyasal ve ideolojik kavramlar haline dönüştürüldüğü görülmektedir, tarihsel süreçteki ''ehl i beyt'' kültü de üzerinden nemalanılmış, içi boşaltılmış, adeta kullanılmış sembollerden biridir.

İşte ehl i beyt kavramı, sünniler, şiiler ve alevi–bektaşiler arasında en fazla ihtilaf edilen, istismar edilen ve siyasallaştırılan Kur'ani kavramlardan birisidir. Özellikle şiiler ve aleviler tarafından istismar edildiğini söylemek durumundayım. Misalen bazıları Ehli beyt'in Hz. Peygamber'le hanımlarından, bazıları Hz. Peygamber, hanımları, kızı Fatıma, hz.Ali, Hasan ve Hüseyin'le Selman'ı Farisi'den, bazıları Hz. Peygamber, Fatıma, Ali, Hasan ve Hüseyin'den, diğer bazılarına göre 12 imam, Hz. Peygamber ve Fatıma'dan, bir kısmına göre Peygamber'e akraba olan bütün Haşimilerden, diğer bir kısmına göre de, Hz. Peygamber'in bütün ümmetinden ibarettir. Neticede şii ve sünniler arasında siyasal iktidarı ele geçirmek ve mevcut iktidarlarını meşrulaştırmak, insanlar arasında ayrıcalıklı bir statü elde etmek veya menfaat temin etmek için Ehl i beyt’i kullanan pek çok kimse, grup, mezhep ve tarikat ortaya çıkmış, hala da çıkmaya devam etmektedir.

İşin en ilginç olan yanı ise şiiler ve aleviler tarafından ehl i beyt'ten kastın sadece Hz. Fatıma, Ali, Hasan Huseyn ve diğer uydurulmuş, oluşturulmuş 12 imam'ın olduğu söylenmesidir. Buna dayanak olarak da Ahzab suresi 33. ayetini referans almaktadırlar, nitekim zorlama tevillerle, uydurulmuş rivayetlerle sadece Fatıma ve Ali'den olan çocuklar Ehl i beyte dahil edilmektedir, söz konusu ayet ise; Ahzab suresinin 33. ayetidir. O da şudur;

 ''Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtînez zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh(resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumurricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ(tathîran).''
 yani;

 ''Evlerinizde oturun. önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. namazı kılın, zekatı verin. Allah'a ve Resülüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.''
 
 Yalnız işin ilginç olan kısmı ayetin tamamı ele alınmamakta, kalın puntolarla  ayetin son kısmındaki  işaretlediğim kısım gibi ayetin son cümlesi olan;

''İnnema yüridullahu liyüzhibe ankümürricse ehl-el beyt'i ve yütehhireküm tethira.''
 yani;
''Ey peygamberin ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.''

 Kısmı nazara alınarak, sadece Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Huseyn'in buradan kastedildiği yani sadece onların ehl-i beyt olduğu gibi akılla izahı olmayan bir mekanizma geliştirilmiştir.
Ancak birazcık Kur'an bilgisi olan, bakın arapça demiyorum, Kur'an'dan ciddi manada haberdar olan biri siyak ve sibak uyumu gözetmek durumundadır. Nitekim bahse konu olan ayet tek başına Peygamber'in eşlerinden bahsetmekte, onlara seslenmektedir. Şia ve onlardan alakasız olmakla birlikte bir nevi onların bazı teolojik konularda onların devamı sayılabilecek olan alevi-bektaşi kesimin ayeti bu şekilde algılamak istemesi, zorlama teviller bu tip akıl dışı çıkarımlar yapması, tarihsel süreçteki ehl-i beyt kavramı üzerinden manüpilasyon yapıldığının açık göstergesidir.

Hz. Peygamber ve zevcelerinden ibaret aile halkına bu ayette ehl-i beyt demekte ve bu tabir içerisine başka akrabanın alınmasına da imkan bulunmamaktadır. Çünkü bu ayet, hicretin 6. yılında inmiştir. Hz. Fatıma, Hz. Ali ile hicretin ikinci yılında evlenmiş ve Hz. Hasan ve Hüseyin, bu ayet inmeden iki üç yıl önce hicretin 4. ve 5. yılında doğmuştur. Hz. Ali'nin evlendikten sonra, Hz. Peygamber'den ayrıldığı ve başka evde oturduğu bilinen bir gerçektir. Bu durumda Hz. Peygamber'in damadı Ali ve kızı Fatıma'yla onların çoçukları ev halkından sayılamaz. Yani bu ayetin verdiği mesaja göre. Temel kıstasımız  Kur'an'dır, ideolojilerimiz  değil. Eğer onlar dışarıda oturmalarına rağmen bu ayetin kapsamına girselerdi, o tarihlerde Hz. Peygamber'in iki kızıyla evlenmiş olan -her ne kadar birisi yaşıyor idiyse de- Hz. Osman'ın da girmesi gerekirdi. bu durum, şia tarafından ehl-i beyt'e yüklenen karizmanın, Kur'an'dan hiç bir vahyi temeli bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

 Sizlere ayet başlı başına Peygamber'in eşlerinden bahsediyor demiştim. Bir de siyak ve sibak kuralınca ele alalım, yani anlam bütünlüğü doğrultusunda;


''Ahzab Suresi;

28.Ayet: Ey Peygamber! Hanımlarına de ki, "eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size met'a vereyim ve sizi güzelce bırakayım.

29. Ayet: Eğer Allah'ı, Rasulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükafat hazırlamıştır.

30. Ayet: Ey Peygamber'in Hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa onun cezası iki kat verilir. Bu allah'a göre kolaydır.

31. Ayet: İçinizden kim Allah'a ve Rasulüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükafatını iki kat veririz. Biz ona bereketli bir rızık hazırlamışızdır.

32. Ayet: Ey Peygamber'in Hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin.

33. Ayet: Evlerinizde vakarlı olun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah'a ve Rasulüne itaat edin. Ey ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

34. Ayet: Siz evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah en gizli şeyi bilendir, hakkıyla haberdardır.''


 Verdiğim ayetlerin bütününe bakıldığında bu ayetlerin özellikle Tathir Ayeti olarak ünlenen Ahzab Suresi 33. ayetin kime ve nasıl neden seslendiği ortaya çıkacaktır. Nitekim bu ayetler de hicri 6. yılında inzal olmuş, 28 ve 34. ayetler birlik içinde insanlara tebliğ edilmiştir. Ne var ki Kur'an'ın bütüncül mesajından yoksun çıkarımlar ele alındığında Kur'an'ın temel felsefesinden, anlam bütünlüğünden tamamen koparılması, açıkça yazıyorum ki din içinde din kurmak olarak karşımıza çıkmaktadır.
 Bakın sizlere algısal bir tercih sunuyorum. Bir insanın şu verdiğim metni eline aldığında hiç tereddütsüz ayetin Peygamber'in eşlerine hitap ettiğini görmemesi akılla izahı olmayan; ve daha açıkça yazıyorum ki siyasi bir amaca hizmet eder bir ayrıştırmacı yaklaşımın ürünü olduğu ortaya çıkacaktır. Nitekim ayetlerin özellikle Ahzab 33 dahil olmak üzere Peygamber'in eşlerine seslendiği açıktır.

Daha da ileri gidilerek;

''Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtînez zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh(resûlehu),innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumurricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ(tathîran).''

Ayetinin son cümlesi olan;

''innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ(tathîran).''

Kısmı ele alınarak, Hz.Ali, Fatıma, Hasan ve Huseyn; ve adı geçen diğer 12 imamlar ''masum'' ilan edilmekte, kendilerinin asla yanılmaz, şaşırmaz, günah işlemez oldukları savı ortaya atılmaktadır. Nitekim bu görüşte Kur'an'i değildir. Çünkü Peygamber bile bahsedildiği şekilde bir ''günahsızlık'' sıfatına sahip değildir. nitekim Bakara Suresi 145. ayetinde;


''Yemin olsun ki; kitap verilenlere (yahudi ve hristiyanlara) ne kadar ayet getirirsen getir, yine de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblelerine de uymazlar. Eğer sana ilim geldikten sonra onların hevalarına uyarsan muhakkak zalimlerden olursun.''

Gibi bir uyarıyla, Allah kendi tebliğ vazifelisini bile nefsine amade olmaması konusunda açık şekilde uyarmaktadır. Bahsedildiği şekilde Peygamber'de günahsızlık yani bilinen adıyla ismet sıfatı olsa idi bu tip bir uyarı gelmemiş olması gerekirdi. Bahsedildiği gibi tanrısal bir günahsızlık söylemi Kur'an'da yoktur; bir diğer örnek daha, Tevbe Suresi 43. ayet;

''Allah seni affetti, sadık olanlar sana belli oluncaya ve yalancıları bilinceye (öğreninceye) kadar niçin(beklemeyip) onlara izin verdin?''

Bir diğeri ise Fetih Suresi 2. ayeti,

''Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.''

Ardından diğer direkt Peygamber'e hitab eden ayetlere bakıldığında, mesela;

''Şu halde sen sabret. gerçekten allah’ın va’di haktır. günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah rabbini hamd ile tesbih et.(muminun 55)

bil ki, allah’tan başka ilâh yoktur. (habibim!) hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.(muhammed 19)''

Not: Öncelikle Kur'an'ı  bir bütünlük içinde okumanızı öneririm. Tabi ayetler başlı başına açık bir mesaj vermekle birlikte bütünlüğe önem veriyorum, mesajın sıhhati açısından.

Görüldüğü gibi ayetlerin anlatımı ile Peygamber'de dahi ''tanrısal'' bir masumluk, günahsızlık yoktur. Buna rağmen alevi-şii kültürde Hz. Ali, Fatıma, Hasan, Huseyn ve 12 imamın günahsız olduğu söylemi dillendirilmektedir.
Nitekim Peygamber'e ismet sıfatının yapıştırılmasının altında, öncelikle kendi hayat görüşlerine yonttukları kişileri masum ilan etme çabası vardır, Peygamber masum değilse  diğerleri nasıl olabilir? işte o yüzden Peygamber'de masum olmalı...
Nitekim literatürde onların masum olduğu söylenip durur ancak Kur'an verdiğim ayetlerle bunu yalanlar. Kısacası Ahzab Suresinin 33. ayetinin son cümlesine binaen Ali ve Fatıma  evlatları masum ve ya günahsız değildir. Günahtan kastımız şirk koşmak, kötü işler yapmak değildir. Ancak alevi ve şiiler tarafından ortaya atılan iddia bu sayılan kişilerin asla ve asla yanılmadıkları, şaşırmadıkları, hata etmedikleri görüşüdür. Yani insan değil, bildiğiniz melek.Ttamamı ile saçmalık ve Kur'an'la alakası olmayan, Kur'an'ın temel felsefesiyle çatışan bir durum. Yazının genelinde belirttiğimiz gibi tarihsel süreçteki ehl-i beyt söyleminin manüpile ediliş biçimlerinden biri de budur.

Tabi bununla da kalmayıp ayetlere söyletilemeyen şeyler zayıf ve ya uydurma ve ya gerçek olsa da anlamından koparılmış şekilde sanki ayeti teyit eder bir tarzda sunulan vakıalara bırakılarak bir haklılık esamesi oluşturulmaya çalışılmıştır.
Nitekim ayetler bahsedildiği gibi sadece Hz. Ali, Fatıma, Huseyn ve Hasan'ı anlatmıyor. Peki o zaman ne yapmak gerek? Peygamber'in ağzından rivayetler ile Kur'an'ın temel mantığına tamamen ters vakıalar ile bunun altının doldurulmaya çalışılmak...

Mesela en bilinen örneklerden biri. nitekim Buhari, Tirmizi gibi bir çok ehli sünnet kaynağında bu konu geçmekte, her ne kadar şialar ehli sünnet kaynaklarını kabul etmeseler de buradaki rivayetleri delil olarak göstermekten geri durmamaktadırlar ama bir farkla;  o da tıpkı ayetlerde olduğu gibi zorlama tevillerle, kelimelerin anlamlarını kaydırarak ya da tamamen atlayarak kendi ideolojilerine uygun manalar vererek, kendi kamu oyularına '' bakın ehli sünnet kaynaklarında da var ama inkar ediyorlar'' propagandası yaparak ayrıştırma gücünü kullanmaktadırlar.

Mesela Peygamber'in hanımı Ümmü Seleme'den aktarılan rivayette; Peygamber Hz. Ali, Fatıma, Huseyn ve Hasan'ı eve çağırır, onları meşhur Al-i aba denen örtünün altına alır ve;

''innema yüridullahu liyüzhibe ankümürricse ehl-el beyt'i ve yütehhireküm tethira.''

ayetini okur, bunun üzerine Ümmü Seleme; ''Ya Rasulallah ben senin ehli beytinden değil miyim?'' der, Peygamber ise; ''sen hayır üzeresin der''  ve bu tip diyaloglara genel olarak (...) şu şekilde parantez içine alınarak eklemeler yapılır. mesela sen de hayır üzeresin dedikten sonra şu şekilde ''(yani ehl-i beytimin makamında değilsin, ama akıbetin hayır üzeredir!)'' gibi eklemeler yapılır.
 Bu eklemeler ile ayette bahsedilen ehl-i beytin peygamberin hanımları olmadığı mesajı vurgulanmaya çalışılır, yani  ifade tahrib edilir.

Bu bahsedilen mevzu dediğimiz gibi ehli sünnet kaynaklarında da geçmektedir. tabi kendi ideolojik perspektifine göre yorumlayanların anlattığı lanse ettiği gibi değildir;

Tirmizi, "Menakıb-ı Ehl-i beyt" adlı eserinde (cilt 2 sayfa 308) Ömer Bin Ebi Seleme'den şöyle naklediyor:

“Tathir ayeti, Ümmü Seleme’nin evinde nazil olduğunda Peygamber (s.a.v); Fatıma, Hasan, Hüseyin ve Ali'yi çağırarak onların üzerine bir aba örttü ve şöyle buyurdu: “Allah'ım, bunlar benim ehl-i beytimdir; onlardan her çeşit pisliği ve kötülüğü gider ve onları tertemiz kıl.” o sırada ümmü seleme; “ya resulallah! ben de onlarla birlikte miyim?” diye sordu. peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “sen kendi mevkine sahipsin ve hayır üzeresin.”

şeklinde aktarılır. Yalnız şöyle bir gerçek var ki, elimizdeki kaynaklarda bizlere aktarılan bu vakıada Peygamber'in eşi Ümmü Seleme'ye olan hitabı bu şekilde değildir. Yakın zamanda arapça bilen arkadaşlar için orijinal metnin fotosunu da ekleyeceğim ki gerçek anlaşılsın daha da doğrusu tahribatın boyutu. Kısaca olay şudur;

Yukarı da bahsi geçen diyalog yaşanır, peygamber abası altına Ali'yi Fatıma'yı Huseyn'i Hasan'ı alır ayeti okur, ardından Ümmü Seleme de sorar ben de senin ehlin miyim diye ve bir çok kaynakta aynı şekilde olduğu gibi peygamberin cevabı ise şudur;


''enti ala mekanih ve enti ala hayr.''


 Kaynaklarda bu şekilde geçer. Yani şöyle düşünün, bakın uzun uzadıya açıklama yapmak durumundayım, ayetleri bırakıp eldeki kaynakların anlatış biçimi dahi tahrip edilerek insanlara farklı şekilde sunulduğundan ayrıntıya girmek durumundayım.
Şimdi ikili bir diyalog gerçekleştirelim;

Birinci kişi sorsun;
ben de senin ehlin miyim? ya da kaynaklarda geçen şekliyle ben de onlarla birlikte miyim? diye.
ikinci kişi ise arapça orijinalinde olduğu gibi;

''enti ala mekanih ve enti ala hayr''; 

yani sen bu mekan üzeresin, bu mekana dahilsin,  ehli beytsin demektir. Algısal olarak bakın. Zaten ayet kendileri hakkında inmiştir, peki o soruyu neden sordu? Bakın o dönemde Peygamber'in aile efradının ilişkileri ne düzeyde bilmiyoruz, yani kinaye babında söylemiş olamaz mı?
Nitekim beşerlerden bahsediyoruz, zaafları, istemleri olan beşerlerden. biraz arapçası olanlar bu terimin neyi anlattığını elbet göreceklerdir, Tabi ki bilenler ve insafı olanlar. Nitekim bununla kalınmamış ''mekanih'' kelimesi önemli bir mevki olarak çevrilmiş, bazı zamanda sadece mekanih kelimesi nazara alınmadan sen hayr üzeresin denilerek parantez içindeki eklemelerle yani ehl-i beytim değilsin açıklamaları getirilmiştir. Nitekim ehli sünnet kaynağını referans alarak kaynak gösterip, oradaki manalara ayetlere yapıldığı gibi takla attırıp farklı şekilde sunmanın ne gibi bir mantığı olabilir bunu sizlerin akıl ve vicdanına bırakıyorum.

Kısaca; klasik alevi-şii kültürde sürekli olarak ayetleri zorla tevil ederek, çok açık ifade ediyorum kufe ehlinin aslı astarı olmayan rivayetlerine başvurularak ayetin açık hükmü ile hitap ettiği eşleri akılla izahı olmayan şekilde ayetin kapsamından çıkarılarak sadece Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Huseyn; ve 12 imam olarak bilinen şahıslar ile Ehl-i beyt'in sınırı çizilmektedir.
Bu da ayrıştırıcı, tahrib edici mantığın ürünüdür.
Biraz Kur'an'dan ve İslam'dan haberi olan insanlar ayetin neyi anlattığını çok iyi bilir. Peki Ali, Fatıma ve evlatları ehl i beyt midir? Evet, yazının başında ehl i beyt söyleminin arap toplumunda neyi çağrıştırdığını anlattık. genel anlamda Ali ve Fatıma ve evlatları ehli beyttir. Ancak Ahzab 33. ayetin anlattığı ehlibeyt onlar değildir ve masum-u pak değildirler.

Genellikle alevi kültürde doğru bilinen, daha doğrusu anadolu islam algısında sünni alevi kültürün tamamında doğru olarak bilinen bir yanlışın tasvirini kendi dilimizden ama Kur'an'i insaf ölçülerinde ele aldık.
İdeolojilerimizin, nefretimizin ne söylediği değil ,Kur'an'ın ne anlattığı önemlidir. Yazımı burada şimdilik sonlandırıyorum, daha sonra Ahzab 33 üzerinden yapılan manüpilasyonu daha teknik bir şekilde tartışacağım.

Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlkel Komünal Bir Hareket: Mazdek İsyanı

Babek El Hürremi ve Hürremiler Üzerine Notlar

Zenc İsyanı Üzerine Notlar